Antil Çağda Mimaride Resim ve Pigmentle Varolmak

Orhan Bingöl’ün ve Babası Cemal Bingöl’ün öğrencileriyle sürüp giden zaman yolculuğu   Zihnin ilgi alanları konusundaki seçimi her halde bu denli çok renkli olmasa, böylesine çok sayıda tonlamaya yanıt aramakta yardımımıza koşacak pigmente gerek kalmayacaktı. Ama, o zaman da, Fenikeliler’in “Fenike Mavisi” adını alan maviyi seramikleriyle “İpek Yolu” boyunca o büyülü Doğu Akdeniz’in mavi tonunun Çin İpeklerine taşınmasıyla bir mucize gerçekleşmeliydi. Bu bildirimi taşıyan, seramik çamuruyla, ipek dokumanın tüm düşleri varsıl kılan dalgalanmasının aynı mavide buluşmalarıydı. Değişik coğrafyalarda doğadaki ışığın başkalığı ressamları renklerde ton arayışına kışkırtmıştı. Akdeniz’de buna vereceğimiz çok örnek vardır: Kuzey Avrupa ressamları güneye indiklerinde, hele Kuzey Afrika’yı …

Gerçeğin Birleştiremediğimiz Parçaları ve Ahmet Cemal’in Seçimi

                         Günümüzün anlatımında gerçekliğin vurgulanması adına yapılan şey, olguların aynı anın daracık hücresi içinde üst üste yığılması marifetidir. Bu aldatmacaya girişmek için zamanın olmadığı bir boyutta geziniyormuş gibi davranmak, çaresiz kalınınca göze alınan başlıca cambazlıklardan biridir.  Çağdaş romanın öğelerinden, anakronizm, bilinçaltı akımı, iç sesle sürüp giden, önüne kattığını sürükleyen bir ırmağı anımsatan anlatım, bugün, yaşanılanı ya da kurgulananı dile dökmek yerine, yazınsallıktan koparılan bir gerçekliği, yoğunlaştırılmış katı parçacıklara bölmek için kullanılır olmuştur. Gündelik yaşantının bile böylesine fragmanlara bölünmesi, okuyucuyu, izleyiciyi ilk anda, gözden kaçırılan ayrıntıları yakaladığına inandırarak büyülese de, onu gittikçe bilinçsiz bir kolaycılığın içine sürükleyerek düşünme, kurgulama yetisinden yoksun …

Endişe

Boşluğa Yazmak

BOŞLUĞA YAZMAK                          Uyandım. Bütün eklemlerim kilitlenmişti sanki. Evde yalnız olduğumun neden sonra ayırtına vardım. İkinci kez evlendiğimde kendimi öyle bir sevda çemberi içinde görüyordum ki, o büyülenmişliği anlatamam. Tüm geçmişimi silmek istiyordum. Karşılaştığım bu genç kadın, iri elleriyle beni yakaladığı gibi yepyeni bir geleceğe sürüklüyordu. Her an bana dokunuyor, parmaklarını omzuma, elime kenetlemeden yapamıyordu. Bir duyu olarak dokunmayı bana anımsatmasını, bir sevişme çağrısı olarak algılıyor, kucaklanışımı kıvançla özümsüyordum.  Onunla sonsuza dek birlikte yaşamayı gönülden istiyordum. İşte bu koşulsuz teslimiyetim, sevdiğim o kadınca karşılıksız bırakılır olmuştu.  Çılgınca, tutkulu, alabildiğine sakınmasız sevgi gösterilerimi, artık geri çeviriyordu. Bütün parasal sunumlarımı, verdiğim armağanları …

Düşler Kitabından

    Ziya Gürel’in yayıma hazırlanan,“Düşler Kitabı ve Düşler Gibi Gezilerimin Notları” kitabından birkaç anlatı.                                                12/Aralık/2021 “Gerçeğin çoğu zaman büyük bir bölümü kurgularımızla örtülmüş haliyle karşımıza çıkar.” Ricardo Piglia, ’Kurmaca ve Eleştiri’ (Delidolu Yay.-‘Kurmaca ve Eleştiri’-Çev.Murat Tanakol-Mart-2021)                                      O gece uyandıkça yağmurun hiç durmadan yağdığını dinleyerek yeniden uykuya dönüyordum. İki uyku arasında çoktan beridir rüyalarımda olsun, uzun süredir karşılaşamadığım anacığımı arada bir benim düş tünellerimde gezindiğini; uzaktan uzağa beni izlediğini görmeye başlamıştım. Bu kez ben ‘Bana söyleyecekleri mi var,’ diye merakla annemin peşine düşmüştüm.                              O denli gerçeklerin içinde, hem de düşlere yakındım ki, nasıl davranacağımı bilemiyordum.                          …

Bayan Lia

Yağmur alabildiğine yağıyordu. Dün geceden beri hiç kesilmemişti. Karaköy’de lodos şemsiyemi tersine döndürünce baştan ayağa ıslanmıştım. Tünel’den çıkıp, karşıdaki pasajın girişindeki börekçiye sığındım. Beyoğlu’nun, Sofyalı sokağın ışıkları erkenden yanmıştı. Direklerden süzülen aydınlığın içinde yağmur, karanlık gökyüzünden çekilerek kaldırım taşlarına bağlanmış gümüş telleri andırıyordu. Bu parlak tellerin, çatılardan, oluklardan gönderdiği, tınısı birbirinden çok başka seslere kulak verdim. Günbatımının hüznünü daha da yoğunlaştıran bu ezgiyi dinlemeye başladım. Madam için peynirlisinden iki dilim börek aldım. Dışarıya çıktım, saçağın altında yağmurun dinmesini beklemeye başladım. Benim Madam bayılır hamur işlerine. Oysa ufak tefek, ince yapılıdır. Kısa boyuna karşın, kamburunu çıkararak yürür. Oksijenle iyice beyazlaştırdığı ağarmış …

Fal

“Yollar görünüyor. Üçü de açık. Ama üç vade içinde en sonuncusu için bir çağrı alacaksın. İşte bunu beklemen gerekiyor. Çünkü bu haberi alıp da yola koyulduğun anda bütün o yürek kabartısı sıkıntılar sona erecek. Bak istersen, bak yüreğin ikiye ayrılıyor, arasından bir güneş doğuyor. Bir yanı puslu, diğer yanı aydınlık bir yüreğin var. Üçüncü yolu seçersen dileğin bir anda yerine gelecek; tüm sıkıntılardan kurtulacaksın. Bir kalabalığın içine gireceksin. Burada senden çok söz ediliyor. Bazı şeyleri kendine saklamazsan, karşına dikilmiş şu iki kişi içtenliğini kötüye kullanacak. Bak, şurada perdelerin arkasında iki gölge, biri erkek biri dişi… Onlarla içli dışlı olmazsan feraha …

Bir Dedenin Pera Gezintisi

Semiha Berksoy’la Karşılaşma               “Zaman” denilen şey öylesine görece ki, neyin ölçütü olduğu belli değil. Sanırım ancak doğum ve ölüm olgularıyla yüzleştikçe, bir ömrün enlemiyle boylamını belirleyen nirengi noktalarına ulaşılmış oluyor. Geçenlerde Beyoğlu’nu adımlarken, bir hafta önce doğan torunumu düşünüyordum. Ne istediğini bilen küçücük bir oğlan: Karnı doyunca ağlamayı kesiyor. Emdiği süt gaz yaparsa, çığlık çığlığa yeniden yardım istiyor. Aksel bebenin hallerini izlerken, kızım Eren’e, “Yeryüzüne ayak bastığımız ilk günlerimizi iyi ki anımsamıyoruz”, deyivermişim. Öyle ya, yabancı bir dünyaya gelmişsin. Ana rahminin karanlık ama korunaklı ortamından çıkıp, kendini bir anda yaşamın her türlü sert esintisinin ortasında, çaresizlik içinde buluyorsun. Geçirmekte …

Kuşatma

Gözünü açtığında nerede olduğunu bilememişti. Boynu, saçları ter içindeydi. Yastığa geçen ıslaklık sanki buz kesmiş, ensesine bıçak gibi saplanmıştı. Karşısındaki kirli beyaz duvarda gözlerini gezdirdi. Koca bir çiviye asılı bir yıl öncesini gösteren takvimin yaprakları Mayıs’a kadar hoyratça koparılmış, geriye kalan günler koçanında kalakalmıştı. Tavandan sarkan çıplak ampulden yayılan cılız ışık, kapının yanındaki perdesiz pencereden sızan günün ilk aydınlığıyla birleşince, bu küçük odanın yoksul soğukluğu kemiklerine dek işliyordu. Giysileri, başucundaki sandalyeye içi boşaltılmış bir beden gibi atılıvermişti. Battaniyeyi üstünden attı. Biraz doğrulmaya yeltendi. Somyanın gıcırtısı iniltisine karıştı. Belinden başının arkasına yükselen ağrı, sırtını boydan boya yırtan bir pençe gibiydi. Üstünde …

Sessizliği Dinlerken

İyice bastıran öğle sıcağı, ortalıkta ne ses ne de soluk bırakmıştı. Sokaklardan el-ayak çekilmiş; ağustos böceklerinin cırıltısı, kuşların cıvıltısı bir anda kesilmişti. Bu sessizlik, sanki görülebilen, dokunulabilen boğucu kıvamda bir akıntı gibi kasabanın her yanını kaplamıştı.  Üç koca çınarın gölgesi altındaki istasyon çay bahçesi sığınılabilecek tek yerdi. Ama burada da pek kimse yoktu. Ocağın kapısının önüne attığı şezlonga uzanmış olan yaşlı kahveci, arada bir yüzüne konan sinekleri kovalayıp uyuklamayı sürdürüyordu. Ta ötede biri daha vardı: Demiryolunun hemen kenarında genç bir adam, önündeki masaya abanarak oturmuştu. Başını da kollarının üstüne bıraktığında, gövdesinin tüm ağırlığıyla yavaşça sandalyeden yükselerek masanın üstüne gittikçe yayılan …

Düş Çemberi

”Sevgili İnsan, Düşlerden kurtulmanın yolunu bulmuştum: Uyumamak! Ama gördüm ki, yeryüzünden gerçeklik duygusunu yok eden güç beni de pençesine almıştı. “ Benliğimi “ çoktan beridir yok etmiştim. Ne var ki, Babil Kulesinden yayılan sesler hep sağır dillere dayalıydı; birbirine karışan bu terkedilmiş seslenişler, kulakları yırtan birer ilkel çığlığa dönüşmekteydi. Tüm duyularımı yeniden öğrenmek zorundaydım. Algıladığım her şeyi geleceğe dönük düşlere dönüştürmeye çalışmalıydım. Şimdiden sessiz bir dil kurguladım; sıradanlıktan kurtulmak istiyordum. İşte bu nedenle seninle buluşamayacağımız bir yerdeyim. Belki bir daha görüşemeyiz.” Yukarıdaki mektubu 1988 yılında çağrıldığım, “mektup” yoluyla iletişim kurarak bir araya gelebilen ve Genova’nın eski kıyı kalelerinden birinde düzenlenen …

[instagram-feed]