İyice bastıran öğle sıcağı, ortalıkta ne ses ne de soluk bırakmıştı. Sokaklardan el-ayak çekilmiş; ağustos böceklerinin cırıltısı, kuşların cıvıltısı bir anda kesilmişti. Bu sessizlik, sanki görülebilen, dokunulabilen boğucu kıvamda bir akıntı gibi kasabanın her yanını kaplamıştı. Üç koca çınarın gölgesi altındaki istasyon çay bahçesi sığınılabilecek tek yerdi. Ama burada da pek kimse yoktu. Ocağın kapısının önüne attığı şezlonga uzanmış olan yaşlı kahveci, arada bir yüzüne konan sinekleri kovalayıp uyuklamayı sürdürüyordu. Ta ötede biri daha vardı: Demiryolunun hemen kenarında genç bir adam, önündeki masaya abanarak oturmuştu. Başını da kollarının üstüne bıraktığında, gövdesinin tüm ağırlığıyla yavaşça sandalyeden yükselerek masanın üstüne gittikçe yayılan …
Sessizliği Dinlerken
