Ahşap Evin Yankılanan Çağrısı

                                                                                                                

  Nedenini anlayamadığı bir sıkıntı içindeydi. Ama her yaşadığı şeyi sil baştan izlemekte olduğunu artık biliyordu. Adlarını değiştirerek karşısına çıkacak kişilerin artık kimler olabileceğini de biliyordu. Bu kişilerin çok başka çevrede, tanımadığı coğrafyalarda kendisine yol arkadaşlığı yapmaları beklenebilir miydi? 

  Bu içine düştüğü sonsuz yinelenme iyice anlamsızdı. Yaşadıkları arasında sanki kapanmış, bir ikinci kez açılmayacak defterler çoğunluktaydı. Anılarına büyük düş kırıklıkları olarak yerleşen baş edemediği o pişmanlıklar da vardı. Geçen yıl sona eren ikinci evliliği de bunlardan biri değil miydi. Yirmi bir yıl süren ilk evliliğini çok sevdiği eşiyle mutluluk içinde sürdürüyorlardı. Yetişkin iki kızlarıyla bir bütün oluştururlarken karısının içine düştüğü yaşlanmak korkusu boşanmalarına yol açmıştı. İkinci evliliğini yalnızlığa dayanamadığı için bu boşanmadan dört yıl sonra yapmıştı. Büyük kızı çok başarılı bir iş kadını olmuş, yıllar  önce kendi evine yerleşmişti. Küçük kardeşini de yanına almıştı. Boşandıkları için ikisi de annelerine de babalarına da kırgındılar. Küçük kızı da yüksek öğrenimini şu sıralar bitiriyordu. Ama ikisi de anayı da, babayı da eskisi gibi aramaz olmuşlardı. 

  İkinci eşi, geciktiği evliliğinin tüm gerekenlerini onun gibi yaşı ilerlemekte olan bir kocayla gerçekleştireceğini sanmıştı. Çocuk da istiyordu. Oysa bu yalnız adam da  ikinci boşanmasından hemen sonra emekli olmuştu. Emekli aylığı ile yaşamını sürdürmeye başlamıştı. Kapattığı evlilik defterleri böylelikle artık tam anlamıyla defterden silmişti. İkinci eşinin bakımlı güzelliğini, bazı akşamları çay içmek için uğradığı kahvede anımsardı. Bu çok uzun sürmeyen beraberlikten ne denli yorulduğunu böyle anlarda daha iyi anlıyordu. 

  Çalışma yaşamında yine de kendine zaman ayırabilmişti. Yayınları, sergileri izler, eleştirileri okurdu. Bugün de kendisini arayan sanatçı, düşünür aydınlardan oluşan bir çevre edinmeyi bilmişti; bu çevreyi koruyabilmişti. 

  Artık tek yakındığı, içine düştüğü şu koyu yalnızlıktı. Denize inen sokak üstünde babasından kalan iki katlı evin çıkardığı seslere bir anlam veremiyordu. Yalnızlığı sesleri çoğaltıyordu, ya da durmadan yenilenen, katları ve ağırlıkları artan ana sokağın iniltisi kendi yakınmalarıyla birleşerek kendine göre tek yataktan akar olmuştu. Çoğu geceleri bölünmüş uykularla geçiriyordu. Uykusunu alamadan çıkıyordu yatağından. İki katlı evi oldukça yıpranmıştı. Bunu dile getirmek istemese de bu evin eski ahşap parçalarının çıkardığı sesler kendisine yabancı gelmese ne iyi olacaktı. Ama bu babadan kalma yapının yakınmalarından ürkmemeyi başaramıyordu. 

  “Ahh!.. Şu zaman boyutunun neresinde boy gösterdiğimi kestirebilsem. O yetenek bana verilmiş olsa”, diyordu içinden. İşte o zamanlar çok yakından tanıdığım  “yalnız adam” dostumun ağzıyla nice anlatımların, anlamların kapısını aralanabileceğine inanmaya başlamıştı. Babasının öykü yazarı dostu o yalnız adam yaşamının en olmadık anlarında karşısına çıkıveriyordu işte.

   Yinelenen bir yaşam öyküsünü bitmeyen bir anlatıma dökmek nasıl bir çaresizlikti? 

  “Oğulcuğum!” diye seslenmişti annesi. On bir yaşlarında idi. O sırada babasının getirdiği çiçek fidelerini arka bahçeye dikmekle uğraşıyordu. Annesi ellerinde bir bardak çayla, bir tabağa koduğu fırından yeni çıktığı kokusundan anlaşılan kurabiyelerle bu arka bahçeye açılan kapıdan çıkıyordu. 

  “Haydi, yorulmuşsundur dinlen biraz,” dedi.  Karşılık beklemeden ellerindekileri kenardaki küçük masaya bırakırken,  “Yaz tatilin başladı. Seni denize götürmemi istemez misin?  Babanla onun dün suya attığını söylediği sandalla biraz açılıp şu yüzmeyi biraz daha ilerletmen çok iyi olacak” diyordu.

  “Tamam, olur. Gideriz anacığım” demişti.

  Annesi bu kıyı kentinde doğup büyümüştü. Yüzmeyi de, dalmayı da bilirdi. Babası ise, Orta Anadolulu bir maden mühendisi idi. Buraya atandıktan sonra denizle, balıkçılıkla uğraşmaya başlamış, sonradan büyükçe bir balıkçı teknesi edinmişti. Zamanla bu büyük teknenin tayfa takımı oluşmuş, avcılığı yaşamlarını kazanabildikleri bir gelir kapısına dönüştürmüşlerdi. Bu büyük tekneyle, ağlarla av yasağı o günlerde pek yaygın olmadığı zamanlar olduğundan arada bir annemlerin arkadaşlarıyla koylarda gezilere çıkmalarında da kullanılıyordu. Koylarda kurdukları küçük çadırlarda barınmak; babaların su altı fenerleriyle gece avına çıkmaları hep güzel anıları arasındaydı. Bu küçük sandal ise, babasının buraya atandıktan sonra hafta sonlarında balık avına çıkmaya başladığı dayanıklı bir tekneydi. İşte bu ortamda o da tam bir denizci ve de balıkçı olmuştu. Ama eğitim konusu yazınla eleştiri olunca yayımcılıkta karar kılmıştı. 

  Arka bahçenin kapısının hemen önüne yerleştirdiği küflü masayı zımparalayıp boyamıştı. Yanına bir de kalın minderli plastikten açılır kapanır bir koltuk koymuştu. İçi geçerken annesinin sesini duyar gibi olmuş, ona sevgiyle karşılık vermeye başlamıştı. Çocukluğuna dönmek ne büyük mutluluktu. 

  Bir hafta sonunda eşine, küçücük kızlarına kahvaltı hazırlıyordu. Bahar o sevecen kucaklayışını göstermeye başlamıştı. Anneleri de kızları da uyanmamışlardı. Cıvıltılarının üst kattan birden yükselmesiyle evin içinde bir ışıltı dolaşmaya başlamış gibiydi. Ne yapacağını bilemiyordu. Her şeyi yeniden yaşamaya başladığını artık iyice anlamıştı.

 

Aralık 2024

Önerilen makaleler

[instagram-feed]